DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş, Almanya’nın Başkenti Berlin’de düzenlenen CEV DenizBank Voleybol Erkekler Şampiyonlar Ligi final maçı öncesinde açıklamalarda bulundu. Ateş "2008’deki küresel krizden sonra dayak yemeyen banka yoktur. Türk bankacılık sektörü için bu durum 2001 krizinden bu yana yaşıyor" dedi
DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş, Almanya’nın Başkenti Berlin’de düzenlenen CEV DenizBank Voleybol Erkekler Şampiyonlar Ligi final maçı öncesinde açıklamalarda bulundu. Spora olan destekleri hakkında konuşan Ateş, Avrupa’da voleybolun en saygın yönetim organı CEV (Avrupa Voleybol Konfederasyonu) ile güçlerini birleştirerek CEV Voleybol Şampiyonlar Ligi’ne hem erkek hem de kadınlarda 2014 sezonundan itibaren ismini verdiklerini belirtti. DenizBank’ın Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor ve Bursaspor olarak anılan 5 büyükler ile Anadolu’nun diğer güzide kulüplerine sağladığı finansal desteğin yanı sıra Taraftar Kart portföyü ve Türkiye’deki Manchester United taraftarlarına özel tasarladığı Manchester United Bonus Card’ı bulunduğunu ifade eden Ateş, Taraftar kart sayısı bugün itibarıyla 175 bine ulaşan DenizBank’ın spor kulüplerine sağladığı 897 Milyon TL’lik kredi hacmi ile sektör lideri konumunda bulunduğu söyledi. Ateş, "Biz spor kulüplerine uzun vadeli kredi tesis eden ilk ve şu an için de neredeyse tek bankayız. Konsorsiyumlara düşük tutarlarda katılan birkaç bankayı dışarıda bırakırsak bankaların birçoğu spora doğrudan bizim verdiğimiz desteği vermiyor. Spora verdiğimiz desteği büyük takımlarımızın başkanları da teyit edecektir" dedi.
Sporla ilgili açıklamalarının ardından Bankacılık sektörü ile ilgili soruları yanıtlayan DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş, Kredi derecelendirme şirketlerinin Türk bankacılık sektörüne ilişkin değerlendirmeleriyle ilgili olarak, "Türkiye ve bankalar için kredi notunun düşmesi negatif yönde çok büyük gelişme olmadığı müddetçe söz konusu olamaz" dedi.
Ateş şunları söyledi: "Türk bankacılık sistemi OECD ülkeleri ile kıyaslandığında çap olarak çok büyük değil sermayesi 235 milyar lira civarında. Bu rakam Türkiye için büyük rakam. Rakamsal olarak gelişmiş ülkelerle karşılaştırdığımızda çok fazla büyük olmamakla birlikte bankacılık sektörü mali bünyesi en kuvvetli sektörlerden biridir. Bunun bazı kriterleri var mesela sektör karlı büyüyor mu? Likidite ve sermaye rasyoları yerinde mi? Regülasyona uyumlu mu? Dünyada en fazla düzenlemenin yapıldığı sektörlerin başında bankacılık geliyor. Dünyada sektör çok sıkboğaz edildi. Bu bizim için ne kadar gerçerli ise, küresel anlamda bankacılık sektörü için de geçerlidir. Bugün banka olmayan kuruluşların finansal faaliyetleri giderek büyüttüğü tartışılıyor. Bunlara private equity, venture capital, hedge fund deniliyor. Çünkü onlar bankalara göre çok daha az denetleniyor. Bize kıyasen hiç denetlenmiyor. Dünyada bankalar artık denetlenmekten kımıldayamaz hale geldi. Doğal olarak bizim için de bu geçerli. Basel 3 kriterleri 2019 yılında yürürlüğe girecek ama biz bu kriterleri çoktandır uyguluyoruz. Tüm karşılıkları eksiksiz koyuyoruz. Buna rağmen sürekli denetleniyoruz. Bankamızın yeni binasında da en güzel odayı yine BDDK’ya ayırdık. Sanırım tüm bankalarda bu durum aynıdır. Kanun karşısında boynumuz kıldan ince".
Ateş, dünyada bankaların 2008 krizinden bu yana dayak yediğini belirterek, "Kurumlar vergisini yüzde 20 olarak ödüyoruz. Bunun dışında munzam karşılıklara neredeyse yüzde sıfır faiz alıyoruz. Şimdi yeni yeni TL’ye çok düşük faiz almaya başladık. 220 milyar liranın üzerinde munzam karşılıklar dolayısıyla bankacılık üzerinden 6 milyar liraya yakında da vergi bu şekilde alınıyor. Kurumlar vergisi için 6-7 milyar TL vergi ödüyoruz, bu miktara munzam karşılıklar için alamadığımız faiz gelirini de dolaylı vergi olarak sayıp eklersek 12 milyar lirayı buluyor. Buna ilaveten KDV mükellefi olmadığımız için her mal ve hizmet alımımızda oluşan vergiyi mahsup etme gibi bir durumumuz da bulunmuyor. Bu nedenle de yine bankaların kasasından çıkan KDV miktarı yıllık 2 milyar lirayı buluyor. Tüm bu kalemleri alt alta topladığınızda 14-15 milyar liraya yaklaşıyor. Yıllık 24 milyar lira karı olan bankacılık sektörünün doğrudan ödediği vergi yüzde 60 seviyesinde yer alıyor. Tüm bu bilgilerin ışığında BDDK verilerine baktığımızda bankacılık sektörü karlılığının yüzde 20’lerden yıllar itibarıyla yüzde 10’lara düştüğünü görüyoruz. 2008’deki küresel krizden sonra dünyada en büyüğünden en küçüğüne amiyane tabirle dayak yemeyen banka yoktur. Türk bankacılık sektörü ise dünyanın 2008 ve sonrasında yaşadığı bu durumu, bu tedbir ve yaptırımları 2001 krizinden bu yana yaşıyor" ifadelerini kullandı.
Kredi dosya masrafları ve bunun bankalara getirdiği yüklerle ilgili konuşan Hakan Ateş, "Bankaların ürettiği hizmetin bir karşılığının olduğu kanaati toplumda yaygın değil. Ama vallahi de tallahi de burada bir emek bir hizmet var. Elektrikte kayıp kaçak bedelinin geri ödenmesi halinde elektrik dağıtım şirketlerinin büyük zarara uğrayacağı konuşuluyor. Bankacılık sektörü de ücret ve komisyonların geri ödenmesi nedeniyle büyük yük altında. Yasalar karşısında boynumuz kıldan ince. İadelerle ilgili her türlü başvuruyu prosedürler tamamlandıktan sonra yerine getiriyoruz. Tüketici Hakem Heyetlerinde 5 milyon civarında dosya olduğu ifade ediliyor. Bankalar bunlar için on yıl geriye giderek dekont çıkarıyor ve bunun için ilave istihdam yapmak zorunda kalıyor" dedi
Bankacılık sektörünün kar etmesinin faaliyetlerini sürdürülebilmesi için gerekli olduğunu belirten Hakan Ateş, "18 yıldır DenizBank’ın Genel Müdürüyüm şimdiye kadar bankanın sırasıyla sermayedarı konumunda bulunan ne Zorlu Holding ne Dexia’ya ne de Sberbank’a 1 lira temettü dağıtmadı. Bırakın karları bankada bırakmayı, üstüne sermayedarlar kaynak getiriyor. Son 5 yılda hiçbir yabancı banka 1 lira temettü ödemesi yapmadı. Ama bankaların değeri artıyor, Türkiye’de bankacılık gelişme potansiyeli olan bir sektör. Bu kadar vergiye, ezaya cefaya rağmen yapmaya değer bir iş. Banka sahipleri bankalarını satarken para kazanıyor. 35 yıldır bankacılık sektörünün içindeyim. Benim gördüğüm ve edindiğim tecrübe şu; bu işe iyi bakılmalı, şimdi olduğundan daha derin, geniş ve yaygın yapılmasına olanak sağlanmalıdır " dedi.
Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı bölgeler olan Avrupa, Rusya ve Ortadoğu’da sorunlar olduğunu söyleyen Ateş, ihracatın artmaması durumunda önemli bir düşüş gösteren cari açığın bile riskli olabileceğini bu durumun Türk bankacılık sisteminin büyümesini etkileyebileceğini belirterek, "Türkiye’nin bu yılki büyümesinin her ne kadar seçim olsa da yüzde 3’leri yakalamasının iyi bir performans olacağını düşünüyorum. Türkiye bir istikrar adasıdır. Çünkü çevre ülkelerde büyüyen ekonomi yok. Sadece iç tüketimle büyüme olmuyor. Bizim mal ve hizmetlerimizi sattığımız ülkelerde daralma var. Dolayısıyla kredilerimizde yüzde 35’leri bulan büyümeler varken, şimdi yüzde 12-14’lerde bir büyümeden bahsediyoruz. 2009 yılından bu yana alınan tedbirler nedeniyle banka karlılıkları ciddi oranda daraldı" dedi.
Piyasaların küresel etki altında olduğunu belirten Ateş, ABD Merkez Bankası’nın (FED) eylül ayında faizleri artıracağının konuşulduğunu belirterek, "Bence faiz artışı aralık ayını da geçer. ABD’nin parası değerlendi. Bir de üzerine faizi yükseltirse dolar uçup gidecek. O nedenle FED Başkanı Janet Yellen’in dikkatli ve muhafazakar davranmasını bekleriz. Bu da bütün gelişmekte olan ülkelerin para birimlerini etkiliyor" dedi.
Ateş sözlerine şöyle devam etti: Euro ve dolarda önemli dengesizlikler oluştu. AB ekonomik olarak toparlanamadığı için parasal genişlemeye devam ediyor. Avrupa stres testlerini sağlıklı yapmadığı müddetçe ABD gibi bu işten toparlanıp çıkamayacak. Bütün bu etkiler altında Euroyu ucuz tutmalı ki rekabetçi olsun. Kur ve faiz paradigması ülkemizi etkiliyor. Gelişmekte olan ülkeler arasına para politikası en iyi yönetilen ülkeyiz. Maliye politikası çok iyi yönetildi. Geriye bir tek yapısal tedbirler kalıyor ve orada da yeni adımlar atılıyor. TL’nin bugünkü seviyesine baktığımda bulunması gereken değerin altında olduğunu görüyorum. Bunun da bir çok nedeni var. Şu anda on yıllık tahvil faizlerinde yüzde 7’leri görmüyorsak bu biraz bizden kaynaklanıyor. Türkiye’nin ekonomik gücü ve makroekonomik göstergeleri TL’nin nispeten daha değerli ve faizin daha düşük olmasını gerektirir. Yılın ikinci yarısında makroekonomik göstergelerdeki pozitif durum kura ve faize yansıyacak."
Kaynak: IHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.