12 YAŞINDA TECAVÜZE UĞRADIM OKULU BIRAKTIM
Evet, düşünün. Camı penceresi olmayan, hava almayan bir yere. O günden sonra annem Şira, mahzenin soğuğuna mahkûm oluyor. Ablalarının gizli gizli verdiği yemekler dışında boğazından tek bir lokma geçmiyor. Altı ayı doldurmak üzereyken sancısı tutuyor. Çığlıkları mahzeni inletiyor. Evdekiler yılbaşı gecesi olduğu için sofradalar. Teyzem Şivga şarap alma bahanesiyle kardeşine bakmak için mahzene iniyor. Annem yerde yatıyor, ben doğuyorum. Ailenin ebesi Raziye’yi çağırıyorlar. Büyükbabam ona diyor ki, “Al bunu, karların ortasına bırak”.
- Ölüme mi terk ediyor?
Evet, “Hayvanlar yesin” diyor. O zaman ölseydim hiçbir şey duymayacaktım, şimdi bin kere ölüyorum, çok şey duyuyorum. Keşke o zaman ölseydim. Alıyor kadıncağız beni bir Türk camisine götürüyor. Merdivenin başına bırakıyor ki, namaz kılmaya gelenler görsünler. Karşı evin bahçesine saklanıp gözlüyor. Ama kimse bakmıyor, kar, tipi üstümü kaplamış. Kadıncağız yeniden gelip beni alıyor.
- Sonra nereye götürüyor?
Kendi evine. Hiç değilse birkaç gün bakabilir diye. Aklına Manastır’dan tanıdığı Havva geliyor. Dul bir kadın. Biraz para karşılığında alıyor beni. Üç aylıkken kaybettiği yavrusunun yerine koyuyor, seviyor.
- Peki sizin adınızı ne koyuyorlar?
Teyzem, Raziye’ye “Bebeği kime teslim ettiysen söyle, adını ‘Olga’ koysun” diyor.
- Teyzeniz sizi neden yanına almıyor?
Çatışmalı günlerin bitmesini bekliyor. 1938’de göçler başlıyor. İki teyzem Türkiye’ye doğru yola çıkıyor. Tekirdağ’a geliyorlar. Göç yolunda tanıştığı iki Türk erkekle evleniyorlar. Ve adları Şevkiye ile Bedriye oluyor. Ve yoksulluk da başlıyor.
- Oysa Kosova’da başka bir hayatları var değil mi?
Tabii, büyükbabam çok zengin. Kosova’nın en engin adamı, bana faydası olmayan bir zenginlik. Kumaş fabrikası varmış. Ama insanlar tarafından pek sevilmeyen biriymiş. Görseydim keşke onu.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Haberdarım