AHMET VE HATİCE’NİN HAYATI
– Haklısın hanım. Sabır…Sabır…
Dedi yaşlı adam
– Derdi verende dermanı verir mutlaka. Bu da bizim imtihanımız. Sabredip dua etmemiz gerekiyor, elbet o da doğru yolu bulacaktır. Bundan eminim
– İnşallah bey, inşallah
Dedi eşi…
Ve sabah ezanı okunmaya başladı o an. Sabah ezanında çıkan ses tüm evde yankılanıyordu. Yaşlı karı koca kalkıp abdestlerini almak için banyoya doğru yürürken oğulları Ahmet’i oturma odasında sinirli bir şekilde yürürken gördüler. Ezan saatinde dua okunuyordu buna dayanamayıp alıp saati yere fırlattı.
Ayağı ile kırılan saatin üzerine tekrar basarken;
– Bi uyutmadınız yaa. Bu ne? Her sabah aynı, her sabah aynı . Yeter lan
Diye bağırıyordu.
Bunu gören babası ilk defa Ahmet’e sert bir tokat atmıştı.
– Sen ne yapıyorsun kendine gel. Kafir misin sen , kendine gel
Diyerek bağırdı
Tokatı yiyen Ahmet babasına el kaldırdı ve yaşlı adamı bir anda yerle bir etti.
– Bir daha bana dokun öldürürüm seni, anladın mı ihtiyar
Diye bağırdı
Hemen kocasının yanına giden kadın, kocasının o halini görünce dayanamadı ve ağlamaya başladı .
Yaşlı çift abdestlerini alarak birlikte Sabah Namazına durdular. Duayı birlikte yaptılar. Annenin yüreği o kadar yanmıştı ki, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı;
– Allah’ım, sen oğluma akıl fikir ver. Biz baş edemiyoruz artık. Bize sabır ihsan eyle. Onun yüreğine de senin aşkını koy. Oğlumu bedeninden ruhuna kadar sana havale ediyorum Allah’ım
Kadın ve kocası bu dualardan sonra gözyaşları içinde kaldılar. Çok zor bir imtihandı onlar için.
Aradan 1 yıl geçmişti. Geçen zaman Ahmet’i düzeltmemiş hatta daha da kötü yola düşmeye başlamıştı. Birçok farklı kötülükler yapmaya başladı. Yine ve her gece sarhoş geliyordu. Eve kadın getirmeye başlamıştı. Hatta her gece başka başka kadınlar . Allah kelamı duyduğu anda sinirleniyordu. Yine bir akşam vaktiydi. Hristiyanlara özenen Ahmet sofrada otururken;
– Ben bi Alman kadın ile evleneceğim. Ona göre
Dediğinde, babasının boğazında bir düğüm oluştu. Kaşıkladığı çorbaydı ama o bile boğazına takılıp kalmıştı.
– Ne diyorsun oğlum sen. Olur mu hiç öyle şey.
Sinirlenen Ahmet, başka kiminle evleneceğim diyerek babasına cevap verdi.
Babası düşündükten sonra
– Annenin teyzesinin kızı var. Hanım hanımcık, dinine düşkün bir kız . Belki sana yardımcı olur , ne dersin?
Bunu duyan Ahmet sofradaki eşyaları elinin tersiyle yıktı ve bağırmaya başladı
– Lan ne tesettürü, ne Müslümanı, ne hanım hanımcığı . Kesinlikle ben bir Almanla evleneceğim. Konu bitti
Ve bu sözlerden sonra kapıdan çıkıp evi terk etti. Annesi ve babasını gözyaşları içinde bırakmıştı. Ahmet arabasına bindi ve sinirli bir şekilde arabasını sürmeye başladı. Sonra ıssız bir sokağa girdi, hava sisliydi. Önünü tam göremeyen Ahmet arabasını daha hızlı kullandı ve fazla zaman geçmeden bir ağaca çarptı.
– Doktor bey , hastayı kaybediyoruz
Diye panikleyen bir hemşirenin ardından Ahmet’in etrafı bir anda doktorlarla doluştu. Tekrar Ahmet’in kalbinin atmasına yardımcı oldular.
Ahmet tam 1 aydır komada hastanede yatıyordu . Geçirdiği kaza beyin kanamasına sebep olmuştu. Ve o gün Ahmet başka bir alemde uyandı. Karanlık bir odadaydı. Nerdeyim ben, kimse yok mu diye etrafına bakıyordu. Sonra uzun beyaz elbiseli, yaşlı sakallı, nur yüzlü bir adam yaklaştı Ahmet’in yanına.
– Dede, dede …Sen misin? Neredeyim ben ?
Nur yüzlü adam Ahmet’in dedesiydi. Yıllar önce vefat etmişti. Bir şey demedi. Ahmet’in kolundan tutan adam onunla birlikte başka alemlere doğru uçuyordu.
– Dede, nereye götürüyorsun beni? Neredeyiz biz ?
Bir tebessümle Ahmet’e bakan yaşlı adam şöyle cevap verdi;
– Gezdiriyorum seni. Gel bakalım, gerçek hayat nasılmış gör!
Gittikçe yüzünde bir sıcaklık hissetmeye başlamıştı Ahmet . Sonra sesler duymaya başlamışlardı. İnsanlar çığlık atıyorlardı.
– Allah’ım affet bizi pişmanız. Çıkarın bizi buradan. Pişmanız, dünya telaşına düştük, Allah’ım seni bilemedik , Allah’ım sana uymadık
Ahmet dedesiyle yolculuğa devam ediyordu. O an Cehennem üstünden geçerken bir adam gördüler. Ateşin üstünde namaz kılıyordu . Ateşin içinde yana insanlarda vardı. Ahmet bi an kendi arkadaşlarını orada gördü. Kendini kötü yola sürükleyen arkadaşlarını. Bir anda ürktü Ahmet. Vücudu titremeye başladı, dili tutulmuştu neredeyse.
Cesaret ederek dedesine
– Bunlar neden burada?
Diye sordu!
Dedesi ise şöyle cevap verdi;
– Bunlar, dünyada Allah’ı unutanlar. Annesine, babasına karşı gelenler, zina yapanlar, içki içenler, Allah’tan uzak ve şeytanı dost edinen insanlar oğlum.
Sonra oradan ayrıldılar. Bembeyaz, kocaman huzur veren bir kapının önüne geldiler. Kapı yarı açıktı. İçeriden çok güzel bir gül kokusu geliyordu. Ahmet bu kokuyu içine çekince, yüreğinin yerinden çıkacağını hissetti.
– Dede bu koku nedir, bu güzellikte nedir, burada kimler var?
Diye sordu!
– Bu koku Cennet kokusu oğlum. İçeride Peygamberimiz var. Onun kokusu bu. Bak şu kapının ardından göreceksin onu
Ahmet başını uzattı. Heyecanlıydı. Bir anda gözünün önünde ışık patlaması oldu . Yüreğine dokunmuştu ve çok güzeldi.
– Dede, neydi bu?
– Bu Sadece Allah’ın Peygamberinin nuruydu oğlum
Nuru bu kadar güzelse, kendi nasıldı acaba!
Ahmet ağlamaya başlamıştı. Dedesi ise Ahmet’e şöyle cevap verdi.
– Sen oraya giremezsin oğlum. Cennet’e sadece Allah’a gerçek kul olanlar, namaz kılanlar girebilir. Sen Peygamberimizi göremeyeceksin. Ona layık bir ümmet ve Allah’a layık bir kul olamadın dünyada. Senin yerin burası değil!
Diyen dedesi Ahmet’i ağlatmıştı.
Sonra kapıyı aralayan birini gördü Ahmet. O kadar güzeldi ki, nur yüzlü bir kadın.
– Dede bu kadın kim, neden araladı kapıyı
– O belki senin kurtuluşun oğlum
Dedi. Sonra Allahu Ekber diye ses duymaya başladı. Bir anda o alemden kaybolan Ahmet yavaş yavaş gözlerini açıyordu. Ahmet komadan uyanmaya başlamıştı. Tam uyandığında duyduğu ses ezan sesiydi. İlk defa ezan sesi kulaklarına bu kadar hoş geliyordu. Gözlerinden yaş süzülmeye başlamıştı Ahmet’in . Uyurken gördükleri onu çok etkilemişti. Komadan kalkan Ahmet şaşırmıştı.
– Neredeyim ben, burada ne yapıyorum
Derken, tam bu esnada kapı açıldı. İçeriye beyaz başörtülü bir bayan girdi. Bir sandalye alıp Ahmet’in yanına oturdu. Ahmet’in gözü sisli gibiydi. Kim olduğunu çıkaramıyordu. Sadece beyaz örtü belli oluyordu. Gözündeki sisler yavaş yavaş gitmeye başladı. Şimdi genç doktor hanımla göz göze gelmişlerdi. Ahmet gördüklerine inanamadı. Evet oydu. Cennet kapısını aralayan kadındı bu. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir anda gözleri doldu. Sen kimsin diyecek oldu sesi çıkmıyordu.
– Aman Allah’ım neden sesim çıkmıyor , neden bişeyler diyemiyorum
Diye düşünürken, doktor hanım konuşmaya başladı. Ahmet doktoru dikkatle dinliyordu.
– Ahmet bey, 1 ay önce kaza geçirdiniz. Maalesef o kazada beyin kanaması geçirdiniz. Beyin bayağı hasar görmüş. Konuşmakta zorlanabilirsiniz. Sağ tarafınız hiç tutmuyor. Sağ kolunuz ve bacağınızı bir müddet kullanamayacaksınız. Yüzünüzdeki sargıyı bugün çıkaracağız. Arabanız yandığı için yüzünüzde hasar gördü. Üzgünüm. Lakin Yüce Rabbim yardımcınız olacaktır. Ümidinizi yitiremeyin.
Doktorun dedikleri Ahmet’in beyninde yankılanıyordu. ‘’yürüyemeyeceksiniz, konuşamayacaksınız’’ Aman Allah’ım …derken kapı tekrar açıldı. Annesi babası o an içeriye girdiler. 1 ay içinde annesi de , babası da çok değişmişlerdi. İkisi de zayıflamışlardı. Kaza onları da yıkmıştı. Annesi koşarak Ahmet’i kucakladı
– Allah’ım sana şükürler olsun. Oğlumuzu bize bağışladın dedi.
Ahmet ilk defa annesine sarılmak istemişti. Ama kolunu kaldıramadı. Annesine ‘’annecim seni seviyorum’’ demek istedi. Ama dili dönmüyordu. Annesinin elini öpmek istedi, ama başını eğemiyordu. İçini acıtıyordu. Ahmet gözyaşları içerisinde boğulurken bian boynunda babasını hissetti. İlk ilk defa bu kadar sıcak hissetmişti. Onu ve annesini üzdüğü için çok pişman olmuştu. Onların değerini anladığını hissetti. Lakin iş işten geçmişti.
Babasına ‘’affet baba’’ bile diyemedi. Dili dönmedi. O an yataktan inerek hem annesinin hem babasının ayaklarını öpmek istedi. Ama kendiliğinden bile yatağın içinden dönemiyordu Ahmet . İçi yanıyordu. Çok pişmandı Ahmet. Zamanında ailesine saygı duymadığı için çok pişmandı. Biran Allah herşeyini almıştı elinden. Elini, kolunu, ayaklarını, sesini, dilini….Aklına komadayken gezdiği alem geldi. Hala onun etkisindeydi. O kokuyu duyuyordu sanki. Ve Cennet kapısını aralayan o kadın! Kimdi o , çok merak ediyordu. Tam bu sorularla aklını meşgul ederken içeriye nur yüzlü beyaz tesettürlü doktor girdi ve Ahmet’in annesinin yanına oturdu. Annesi doktor hanıma sarıldı ve
– Sağol kızım
Dedi. Tanışıyorlar mıydı. Bir an herkes sustu. Babası bu sessizliği bozdu ve konuştu.
– Bak oğlum, bu hanım kızımız teyzesinin kızı doktor Hatice . Doktorluğunu yeni bitirmiş ve tevafuk burada göreve başlamış. Sağolsun bize çok yardımcı oldu. Seninle yakından ilgilendi. Hatırladın mı bir kere bahsetmiştik!
Ve o an aklına geldi. Sofrada yaşananlar film gibi aklından geçti. O an belki evet deseydi, belki şuan bu kız ile evli olacaktı ve bu hale gelmeyecekti.
Aman Allah’ım çok güzeldi. Ahlakının ve kalbinin temizliği yüzüne vurmuştu. O kadar çok kadın görmüştü. Ama hiç birinde bu kadar etkilenmemişti. Ahmet Hatice’ye aşık olmuştu. Sofrada ben o kadınla evlenmem, Alman kadınla evleneceğim diye reddettiği kadına bir anda aşık olmuştu. Hangi derdine üzüleceğini şaşırmıştı. Elinin, ayağının, dilinin tutulmasına mı, yoksa zamanında annesi ve babasını üzdüğüne mi! Yoksa, ben o kadınla evlenmem dediğine aşık olduğu için mi üzülsün! Ya komadayken gezdiği alem; ‘’sen oraya layık değilsin’’… Bu sözler Ahmet’in beyninde yankılanıyordu. İçi pişmanlıkla doluydu. Ne onlardan özür dileyebiliyor, ne ellerini ve ayaklarını öpebiliyordu.
Ahmet sonunda taburcu oluyordu. Kendi evini çok özlüyordu. Bir yandan da üzülüyordu, sevdiği, aşık olduğu Hatice’nin yanından ayrılacağı için. Sabah annesi ve babası tekerlekli bir sandalye ile odaya girdiler . Ahmet’in yüz ifadeleri değişmişti. Gerçeklerle yüz yüze gelmişti. Bian hayatı nasıl değişmişti. Uyandıktan sonra 3 hafta boyunca düşünmüştü. Hatalarını kabul etmişti. Bu kazayı bir imtihan olarak kabul etmişti. Sabredip hayatını düzene koymaya karar vermişti.
Babasının yardımı ile tekerlekli sandalyeye oturan Ahmet ailesi ile birlikte hastaneden çıkarken arkalarından ‘’amca, amca’’ diye bağıran bir ses duydular. Hatice, yani doktor hanım vedalaşmak için arkalarından koşmuştu. Gözlerini Hatice’den ayıramayan Ahmet bir yandan çok utanıyordu. Yüzü parçalanmış ve eli ayağı tutmuyordu., dili bile dönmüyordu. Onun gibi bir insanı Hatice ne yapabilirdi ki! Vedalaştıktan sonra yola düştüler. Ahmet arabadayken derin düşüncelere daldı.
– Neden hiç bir arkadaşım beni ziyarete gelmedi. Hani beni çok seviyorlardı. Neden annemden, babamdan başka kimsem yok yanımda! Neden!
Ve bi an araba durdu. Evin önüne gelmişlerdi. Ahmet’in babası yaşlı haliyle annesi ile birlikte Ahmet’i kucakladı ve tekerlekli sandalyeye oturttu. Bir an içine bir hançer saplandı. Annesi ve babasına o kadar eziyetler etmişti ki. Ama onlar, of bile demeden onu kucaklayıp taşımışlardı.
‘’Aman Allah’ım, ben ne yapmışım’’ diyerek ağlamaya başladı Ahmet
Babası Ahmet’i yatırdıktan sonra başını okşadı.
– Allah’ım seni bize bağışladı yavrum
Dedi ve ağlamaya başladı. Ahmet sol elini kaldırdı ve babasının gözlerindeki yaşları sildi. Babası oğlunun pişmanlığını gözlerinden okuyabiliyordu. Sonra Ahmet kalem kağıt istedi babasından işaret ederek. Babası merak etti ve bekledi. Sonra Ahmet sol eliyle yavaşça beyaz kağıda yazmaya başladı. Yazdıktan sonra babasına verdi kağıdı. Babası kağıtta yazıları okuduktan sonra gözlerinden inci inci yaşlar döküldü. Bu yaşlar kağıdı ıslatıyordu.
– Baba, namaz kılmak istiyorum
Yazıyordu.
Bunun üzerine babası tekrar Ahmet’i sırtına aldı ve banyoya götürdü. Ona boy abdesti aldırdı. Onu bebek gibi yıkadı ve oğluna boy abdesti aldırdı. Sonra tekrar onu yatağına götürdü . ve ardından kapıyı kapattı.
Ahmet gözlerini kapattı. Yüreği öyle yanıyordu ki, sanki kalbi Allah Allah diye zikrediyordu. Secdeye varmak istiyordu. Ahmet niyet etti ve namazını kılmaya başladı. Allahu ekber dedi ama başını secdeye götüremedi. Gözlerinden yaş gelmeye başladı. Ne kadar yakındı secdeye. Ama varamıyordu. Başını secdeye koyamıyordu. Ne kadar pişman olmuştu. Hayatı boyunca imkanı vardı başını secdeye götürmek için . Ama yapmamıştı. Şimdi istiyordu ama yapamıyordu. O kadar büyük pişmanlık duyuyordu ki, namazın ortasında bayıldı Ahmet . Bu arada tekrar kendini başka bir alemde buldu. Dedesini gördü yine, dedesi elinden tutmuştu. Gül kokulu Cennet kapısına götürdü onu . Kapıyı aralayan Hatice yine oradaydı. Bu defa kapıyı biraz daha açmıştı. Cennetteki nur öyle şiddetliydi ki, gözlerini açamıyordu.
Dede, dede diyen Ahmet’e dedesi, ‘’tam açılmasını istiyorsan namaza devam et, bırakma sakın . hangi halde olursan ol namazını bırakma yine. Güllerin efendisini görmek istiyorsan ona layık ümmet ol’’ dedi.
Ahmet yine kendine gelmişti gözlerini açtı. Ağlamaya başladı yine. Pişmandı yaptığı her şeyden. Geceleri uyumuyor, Kuran okuyor, Peygamberimizin hayatını okuyordu sürekli. Gün geçtikçe sakat halinde dinine daha çok bağlanıyordu. Annesi onun altından alıyordu. Ahmet her defasında annesinin alnından öpüyordu ve ağlıyordu.
– Hakkını helal et anacım
Dercesine annesinin gözlerine bakarak ağlıyordu. Annesi oğlunun bu durumundan şikayetçi değildi. Evet kaza yapmıştı ama bu kaza sayesinde doğru yolu bulmuştu. Her hafta Hatice Ahmet’in ziyaretine geliyordu . Hatice, Ahmet’in bir anda dinine bu kadar bağlanmasına imrenmişti. Ahmet’in yüzüne abdest suyu değdiği belli oluyordu. Yüzü yanık ve yara içindeydi ama nuru belliydi. Kalbinin temizliği yüzüne vurmuştu. Gözlerindeki Allah aşkını okuyabiliyordu Hatice. Ahmet’in elinde sürekli Kuran vardı. Bir an olsun haline isyan etmedi. Bu kazayı Allah’ın bir hediyesi ve imtihanı olarak kabul etti. Eğer bu kaza olmasaydı belki daha kötü olacaktı.
Ahmet gün geçtikte Hatice’ye daha çok bağlanıyordu. Peygamberimizin hayatını okuduktan sonra Hatice’ye daha çok bağlanmıştı. Onu Allah için seviyordu .
Ama ‘’benimle evlenir misin’’ diyemiyordu. Cesaret edemiyordu. Neden bir sakat oğlanı istesin ki! Diye kendi kendine düşünüyordu. Ve Hatice yine bir Cuma günü Ahmet’i ziyarete gelmişti. Ahmet’in kapısı açıktı. Odaya ayak basan Hatice bir an şaşırmıştı. Ahmet iki kolunu da kaldırmıştı, ellerini semaya kaldırmıştı. Ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Odası gül gibi kokuyordu. Hatice sessizce Ahmet’in yanına oturdu ve onu izlemeye başladı. Kalbi titriyordu. Uzun uzun Ahmet’i izledi. Sonra Ahmet kendine geldi. Hatice’nin odaya girdiğini fark etmemişti bile. Başını çeviren Ahmet yanında Hatice’yi görünce şaşırmıştı.
Başını eğerek, ‘’hoşgeldin’’ demek istedi.
Hatice, Ahmet’e bakarak konuşmaya başladı
– Ahmet, biliyorum belki yakışmayacak bana , ama bir şey demek istiyorum. Hastaneye geldiğinden beri takip ediyorum seni. Çok farklısın sen. Bana öyle huzur veriyorsun ki, elin ayağın tutmuyor. Dilin dönmüyor, ama kalbin…Senin yanında öyle bir duruma geliyorum ki, kendimden utanıyorum. Benim elim ayağım tutuyor, ama Allah’a senin kadar yakın olamıyorum. Alnını secdeye götüremiyorsun diye ağlıyorsun. Ben alnımı secdeye götürdüğümde bile ağlayamıyorum. İçindeki o aşkı benimle paylaşır mısın Ahmet. İzin ver eşin olayım. Ömrüm boyunca ben sana bakayım. Bu kalbindeki güzel aşkı benimle paylaş Ahmet.
Ahmet, duyduklarına inanamıyordu. Sevdiği kadın ona evlilik teklifi yapmıştı. Onu bu hali ile kabul etmişti. Ahmet’in en güzel duası kabul olmuştu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Çok sevinmişti duyduklarına.
Tebessüm ederek başını salladı ve
– Evet
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Haberdarım