OTUZ BEŞ SENELİK EVLİLİK
Arayan Mevlasınıda bulurmuş belasını da derler ya işte o hesap, ben de çok geçmeden tesadüfen uğradığım bir markette çalışan kasiyer kızı gözüme kestirmiş, artık o marketten çıkmaz olmuştum. Benim bu ısrarcı halim tavrım genç kadını da etkilemişti. Çok geçmeden senli benli olmuştuk. Kadın yirmi yaşında olduğunu, başından kısa süren bir evlilik geçtiğini, babasının olmadığını, şimdi annesiyle oturduğunu, tek gelirlerinin kendi maaşı olduğunu anlatmıştı. Erkektim ya, coşmuştum. Kadına;
‘Üzülme ben hem sana, hem annene bakarım. Malım mülküm, çok param da var… gül gibi geçinip gideriz’ deyip kadına evlenme teklifi ettim. Teklifimi hiç düşünmeden kabul eden kadının gözlerinin içi gülüyordu. Nihayet evlenmiş, yurt dışında geçirdiğimiz uzun bir balayından sonra yurda dönmüş, evimize gelmiştik. Evlilik hediyesi olarak karıma bir ev aldım. Karım daha bir ay olmadan, bana bile sormadan annesini de yanımıza almıştı. Karımı memnun etmek için bir dediğini iki etmiyordum. Bu arada eski karımı bir kere bile arayıp sormamış merak dahi etmemiştim.
Yeni karım çok kurnazdı, huyumu bildiği için iki çift güzel sözle her dediğini yaptırıyordu. Hazıra dağ dayanmaz derler ya ben de bir buçuk yıl içinde her şeyimi karıma kaptırmış sadece elimde oturduğumuz ev kalmıştı. Bir gün karım ayrılmak istediğini söyleyince afalladım ve ‘her şeyin var ben ise seni çok seviyorum, bu ayrılık istemek neyin nesi’ diye sordum. Karım beni elimden tutup aynanın karşısına götürüp ;
“Aynada bir kendine bak ve neye benzediğine kendin karar ver. Sana kocam derken utanıyorum. Bırak babayı dedem yaşındasın. Yetmiş iki yaşındasın ve bir gün geberip gideceksin. Hem ben çocuk istiyorum, bunu da senin gibi bir adamla yapamayacağıma göre ne diye seninle evli kalayım ki?” deyince her şeyi anladım. Benimle sırf zengin olduğum için evlenmişti.
O canım cicim lafları benim gibi bir salağı kandırmak içindi. Dünya başıma yıkıldı, ama artık çok geçti. Onca yıl eski karımdan duymadığım hakaretleri bundan duymuştum. İki ay içinde ayrıldık. Aradan iki yıl geçmişti. Kazığı yiyince eski karım aklıma düşmüştü ama yüzüm tutup da bir türlü gidemedim. Nihayet birgün zor da olsa kararımı verdim. Hiç olmazsa ölmeden önce gidip özür dileyeyim deyip kalktım, ayrılırken ona bıraktığım eski evime gittim. Kapıyı bana on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğu açtı. Ben karımın adını söyleyip evde olup olmadığını sordum. Kız içeriye seslenip, “Anne bir adam seni görmek istiyor” diye seslenince afalladım…
Acaba yanlış mı geldim diye düşünürken “Gelen kimmiş yavrum?” diyen eski karımın sesini duydum. Daha kapıya yaklaşmadan üzerinden yayılan mis gibi sabun kokusu geldi burnuma. Kilo vermiş, giydiğini yakıştırmış, bakımlı, güzel bir kadın duruyordu karşımda. Yüzündeki o asil ifade hiç değişmemişti. İçim bir hoş olmuştu, ağlamamak için kendimi zor tuttum. O ise hiçbir şey olmamış gibi “Hoş geldin. Buyur bir kahve içelim,” deyince kendimi tutamadım hüngür hüngür ağlamaya başladım. Hiçbir şey demeden benim sakinleşmemi bekledi. Bir zamanlar beraber oturduğumuz evden içeriye girince bu evin kokusunu bile özlediğimin farkına vardım.
Biraz sohbet ettikten sonra karıma bu kızın kim olduğunu sordum. Karım, onun bir de on beş yaşında bir abisi olduğunu, şu anda okulda olduğunu, onları sokaklarda yatarken bulup yanına aldığını, ikisinin de çok iyi çocuklar olduğunu ve bütün mal varlığını onlara paylaştırdığını söyledi. “Mallar ölünceye kadar benim, ben öldükten sonra da onların olacak” dedi. Bir gün bile benim kısırlığımı yüzüme vurmayan bu asil kadın, benim egoistçe ondan çaldığım annelik duygusunu bu şekilde tatmin etmiş ve çok büyük bir sevaba da girerek yaşlılığında ona bir bardak su verecek evlatlara sahip olmuştu.
Benim sırf şeyimin keyfi görülsün diye bir o….ya yedirdiğimi onca parayı malı mülkü bu asil kadın hayır işlerinde kullanmıştı. İçimden ne kadar küfür biliyorsam kendime ettim. Akşam olmuş, gitme vakti gelmişti. Mutfaktan mis gibi lahana sarmasının kokusu geliyordu, canım çekti ama hiç belli etmedim. ‘Gitme bizimle kal’ dese seve seve kalacaktım ama demedi. Sadece ‘ara sıra ara, sağlığından haberdar et’ dedi. Onun da bir kadınlık gururu vardı ve hiç hak etmediği halde ben onu hiç acımadan incitmiştim. Kuyruğumu kıstırıp bin bir pişmanlıkla oradan ayrıldım. Oradan ayrılmadan önce karım elime bir poşet tutuşturdu ve ”lahana sarmıştım sen seversin götür afiyetle ye” dedi. Yaşıma başıma bakmadan yaptığım o büyük hatayı şimdi hayatta bir başıma kalmakla ödüyordum. Evet, ben bunu hak etmiştim. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuştum…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2014 Haberdarım